اللَّهُمَّ إِنِّي عَبْدُكَ، ابْنُ عَبْدِكَ، ابْنُ أَمَتِكَ، نَاصِیَتِي بِیَدِكَ، مَاضٍ فِيَّ حُكْمُكَ، عَدْلٌ فِيَّ قَضَاؤُكَ، أَسْأَلُكَ بِكُلِّ اسْمٍ هُوَ
لَكَ سَمَّیْتَ بِهِ نَفْسَكَ، أَوْ أَنْزَلْتَهُ فِي كِتَابِكَ، أَوْ عَلَّمْتَهُ أَحَدًا مِنْ خَلْقِكَ، أَوِ اسْتَأْثَرْتَ بِهِ فِي عِلْمِ الْغَیْبِ عِنْدَكَ، أَنْ
تَجْعَلَ الْقُرْآنَ رَبِیعَ قَلْبِي، وَنُورَ صَدْرِي، وَجَلَاءَ حُزْنِي، وَذَهَابَ هَمِّي
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyurmaktadır:
Her kim keder ve kaygıdan mustarip olursa, o zaman bu sözlerle dua etmelidir, ‘Allahım! Ben senin kulunum. Erkek ve kadın kullarının çocuğuyum. Alnım (kontrolüm) senin elindedir. Benim hakkımda senin hükmün geçerlidir. Senin, benim hakkımdaki takdirin adâlettir. Kendini isimlendirdiğin, Kitabında indirdiğin, kullarından birisine öğrettiğin veya katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın sana âit her bir isim adına, senden Kur’an-ı Kerim’i kalbimin baharı, sıkıntı ve gamlarımın atılma vesilesi kılmanı dilerim.’
Bu ibadetin analizini derinlemesine araştırmadan önce, anahtar terimlerin kullanımını açıklığa kavuşturmak isteriz.Kaygı ve depresyon gibi hallere atıfta bulunduğumuzda,ruhsal durum veya kaygı bozukluklarına klinik bağlamda işaret etmiyoruz. Kaygı ve depresyon, belirli klinik kıstasları karşılamadığı sürece, ruhsal hastalık göstergesi olarak düşünülmemektedir. Aslında, kaygı ve depresif ruh halleri sıklıkla, zorlu yaşam şartlarına karşı duygusal tepkiler oluşturmakta işe yarayabilmektedir.
Peygambere özgü bu ibadette bulunan psiko-ruhsal tedavinin, modern tedavi yerine geçmesi gerektiğini düşüncesini ileri sürmediğimizi ayrıca açıklığa kavuşturulmalıdır. Tedavinin biyolojik unsurunu küçümseme niyetinde değiliz. Bu hassas denge, İslami bilgin, İbn Kayyim el-Cevziyye tarafından modern psikiyatrinin gelişinden yüzyıllar önce şaşırtıcı bir şekilde anlaşılmıştır:
Kalp hastalıklarının ikinci sınıfı, kaygı, keder, depresyon ve öfke gibi duygusal hallere dayanmaktadır. Bu tür bir hastalık, nedenini iyileştirerek veya nedene karşı çıkan ilaçlarla, doğal olarak tedavi edilebilir... Ve bunun nedeni, bedene zarar veren şeylerden ötürü, kalbin zarar görmesi veya tersine bir durumdur.
Bu vazgeçişe rağmen, beynin nöroplastisitesi göz önüne alındığında, algısal ve ruhsal tedavi sonucunda, genellikle düşünceler, tutumlar ve duygulardaki yoğun bir değişikliğin, geniş çaplı farmakolojik müdahalelere olan ihtiyacı azaltabilecek nörokimyasal değişiklikler üretebileceği düşüncesi değersizdir.
Psikoterapi olarak Dua
İbadet ile ilgili genellikle salt sihirli sözlere veya dilek listelerine indirgenmiş diğer görüşlerden farklı olarak, dua çok daha fazla derindir. Aslında, Kur’an-ı Kerim’deki en güçlü duaların birçoğu, Allah’ın bir isteğini bile içermemektedir. Bunun yerine, yargı ve musibetlere verilen karşılıkta gerçeğin ifadelerini aşağılamaktadırlar. Örneğin, Peygamber Hz. Eyyup (a.s.) şiddetli hastalık ve yoksulluktan muzdarip olduğunda, “Başıma bu dert geldi. Ama sen merhametlilerin En Üstünüsün” diye haykırdı.
İslam ilahiyatında dualar, düzen getiren gerçeği kabul ederek, hayatta karşılaştıkları karmaşaya karşı mücadele etmek için bireylere sunulan bir aracı temsil etmektedir. Bu, müminlerin yaşamlarında ortaya çıkan olaylarla baş etmenin bir aracı olarak,
önde gelen temel inanç yapılarının güçlendiren manayı bulmalarıyla gerçekleşen bir yöntemdir.
Klinik psikoloji, ruhsal hastalık geçiren bir hastanın inanç yapılarını değiştirmenin terapötik önemini kabul etmektedir. Psikoterapide en yaygın kullanılan yöntemlerden birine, Bilişsel Davranış Terapisi (BDT) denir. Bu, olumsuz inanç ve davranışları değiştirirken, olumlu olanları teşvik etmek üzere tasarlanmış bir tedavidir: “(O) temelde, bireylerin işe yaramaz düşünce ve davranışları belirlemelerine ve daha sağlıklı beceri ve alışkanlıklar edinmelerine veya yeniden öğrenmelerine yardımcı olan işbirlikçi ve bireyselleştirilmiş bir programdır.
Analiz
Dua, dört bileşene ayrılabilir. Her bileşendeki derin ruhsal konuları keşfedeceğiz ve ruhsal refah ile olan ilişkisini inceleyeceğiz.
– Allahım! Ben senin kulunum. Erkek ve kadın kullarının çocuğuyum.
Genel refahı kapsayan en önemli faktörlerden biri, güçlü bir özfarkındalık duygusuna sahip olmaktır. Dua, kişinin dünyadaki temel rolüne ilişkin gerçek özfarkındalık ve anlayışını kazanmasıyla başlamaktadır. İnsanoğlu, kendisini başkalarıyla olan ilişkilerinde anlamaktadır. Karmaşık sosyal ağlara gömülü kalmış durumdayız ve kimlerle etkileşim içinde olduğumuzla bağlı olarak farklı roller oynamaktayız. Arkadaşlarımızla birlikte olduğumuz zamanlara kıyasla, ebeveynlerimizle birlikte olduğumuz zaman farklı hareket edip, düşünmekteyiz. Duruma göre, “Biz”in farklı biçimlerini takınmaktayız. Bir kişinin kişiliğini, bulunduğu sosyal durumla doğru bir şekilde uygun hale getirme süreci, öz-izleme olarak adlandırılmaktadır. Bu, gerçek “Sen” kim?, “arkadaş Sen” veya “iş Sen”, belki de “aile sen” mi? sorusunu sormayı gerektirir. Bu dua bize, gerçek “Sen”in, “Allah’ın kulu olan ‘Sen’” olduğunu hatırlatmaktadır. Bu “Sen” ayrı bir kimlik
değildir, bu, “Sen”in diğer tüm biçimlerini etkilemesi ve bilgilendirmesi gereken bir kişiliktir.
Unutmamamız gerekir ki, sosyal içeriğe dayanarak ortaya çıkan kişilikteki değişim, mutlaka olumsuz bir şey değildir. Dünyada farklı roller sahnelemek, genellikle elde etmeyi istediğimiz şeylere ulaşmamızı sağlamaktadır. Çalışan rolünü oynarız ve günlük görevlerimizi tamamlayabilir ve para kazanabiliriz. Arkadaş rolü oynarız ve olumlu etkileşimler, neşe, keyif ve eğlenceye yol açar. Baba rolünü oynarız, böylece çocuklarımıza öğretebiliriz. Oğlunuza bir çalışan gibi davranırsanız, bu ebeveynlikte başarısızlığa neden olurdu. Arkadaşlarınıza bir baba gibi davranırsanız, o zaman bu arkadaşlıkta başarısızlığa sebep olur. Başarılı olmak için ilişkilerimiz ve hayatlarımızda ne gibi bir rol oynama niyetinde olduğumuzu bilmek hayati öneme sahiptir.
Hayatta hangi rolü oynayacağımızı bilmediğimizde ne olur? Genellikle, kaygı başlangıcıyla sonuçlanan şey budur. Bir kişi geleceği hakkında kaygılı olduğunda, bunun nedeni, ihtiyaçlarını karşılamak için nasıl hareket edeceğini bilmemesidir. Onların tüm biçimleri işe yaramamaktadır. Hangi rolü oynamaları gerektiğinden emin değillerdir. Belirtildiği gibi, bize onu tanımamız yönünde rehberlik eden bu duâda, tüm rollerimize nüfuz eden temel rol, Allah’a kulluk etmektir. Dünyada Yüce Allah’ın bir kulu olarak hareket ettiğimizde, herhangi bir yaşam durumunda nasıl karşılık verme isteğimiz konusunda açıklık kazanırız. Haksızlığa uğradığımızda, Yüce Bağışlayanın (El-Gaffâr) kulları olarak bağışlama ile karşılık veririz. Zulüm olduğunda, Yüce Adil Olanın (El-Muksit) kulları olarak adaleti yayarız. Cahil insanlar, bize karşı edebe aykırı davrandığında, Yüce Esirgeyenin (Er-Rahmân) kulları olarak barış sözleriyle karşılık veririz. Geleceğin neyi getireceğinden emin olmadığımızda, Yüce Vekil’in (El-Vekîl) kulları olarak, her şeyi Kontrol Edene sığınırız.
Allah’a kulluğun İslami kavramı
Kişi, kulluk ve teslimiyet gibi fikirleri, fazla mütevazı veya küçük düşürücü görebilir. Ancak Allah’a kulluk ve teslimiyet, İslam ilahiyatında en güçlendirici kavramlardan bazılarıdır. Bu dünyadaki gerçek özgürlüğümüzün kaynağı ve
zincirlerimizden kurtuluşumuzu oluşturmaktadır. Kulluğumuzu Allah’a sunarken, bu dünyadaki diğer her şeye karşı bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü ilan ederiz. Bunu yaparak, bize büyük üzüntü verebilen ne var ne yoksa bunlara karşı bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü kabul ederiz. Çok değer verdiğimiz ilişkiler, üzerine titrediğimiz sevdiklerimiz, sahip olduğumuz mülkler, çalışarak elde etmiş olduğumuz kariyer, kazandığımız saygı; bunların hepsi bir anda kaybedilebilir. Kur’an-ı Kerim, bu gerçeği güzel bir kıssa ile örneklendirmektedir,
Bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta birçokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çerçöp haline gelmiştir…
Kur’an-ı Kerim’in belirttiği gibi; hayatta bağlı olduğumuz her şey, eninde sonunda bizi terk edecektir. Bir kere “sarardıklarında,” kendimizi zamanda donmuş olarak bulabiliriz. Benlik anlayışımız, bu dünyaya öyle bir bağlanmıştır ki; yavaş yavaş yok olduğunda, kendimizi kaybedebiliriz. Allah’a olan bağlılığımız, hayatımızdaki asıl ve en temel bağlantımız anlamına gelmektedir. Allah’a kendimizi adayıp, teslim olduğumuzda, kaybettiğimiz şeye kanaat getirir ve kendimizi psikolojik köleliğimizden azat ederiz.
İslam maneviyatı üzerine modern bir düşünür olan Dr. Nazir Khan, modern çağdaki psikolojik köleliğin çeşitli tezahürleri olduğunu açıklamaktadır,
Elbette ki, modern kozmetik kültüründe yaygınlaşan benlik kavramının değerinin, endişe verici şekilde düşmesine tanık olana kadar kişinin görünümünü güzelleştirmesi, sağlıklı bir ifade özgürlüğü gibi görünmektedir… Kendilerini değiştirmek için bıçak altına yatmaya istekli toplumun çarpıcı oranı, bazıları için fiziksel özgürlüğü temsil edebilir,
fakat aynı zamanda, endişe verici derecede psikolojik bir köleleştirmeyi ortaya koyabilmektedir.
İstememiz ve arzu etmemiz gereken şey, zihinlerimizi çocukluktan çekip çıkartan bir kültürel ve pazarlama dalgası tarafından programlanmış ve düşüncelerimize şartlanmış olmaktır.
Psikolojik kölelik, aynı zamanda eğlence, yanılsama ve fantezi ile beraber bir saplantı içinde açığa çıkmaktadır. Yirmi yıl önce bir yazar, ortalama bir Amerikan çocuğunun 6 yaşına kadar, tüm yaşamı boyunca birinin babası ile konuşma süresinden daha fazla televizyon izlediğine işaret etti.
İbadetin Nörofizyolojisi
İlginçtir ki, kişinin iradesini, Allah’a teslim etmesiyle birlikte gelen özgürlük ve rahatlamanın, beynimizin biyolojisi üzerinde derin etkileri olduğu bulunmuştur. Namaz ve zikrin nörofizyolojik etkilerini araştırmaya odaklanan bazı ön çalışmalar bulunmaktadır. Araştırmacılar, her iki eylemi de gerçekleştiren Müslümanların beyin taraması yürüterek, serebral kan akışı ölçüldükçe, frontal lob faaliyetlerindeki bir azalma ile ilişkili olduklarını gösterdiler. Prefrontal korteksin, irade gücü ve karar vermeyi içeren yürütme işlevinde payı olduğu düşünülmektedir. Yazarlar, İslami uygulamalarda bulunan Allah’a teslim olma eyleminin, bu çalışmada bulunan azalmış frontal lob faaliyetinin temeli olabileceğini ileri sürdüler.
Bu araştırmanın en etkileyici özelliklerinden biri, otomatik bir tutum içinde huşû (manevi yoğunlaşma) ile gerçekleştirilmeyen ibadet ile özenli bir tutum içinde huşû ile gerçekleştirilen ibadetin karşılaştırılmasıydı. Otomatik bir tutum içinde gerçekleştirilen ibadet, beyin faaliyet tarzını değiştirilmesinde çok az etkiye sahipti ve günlük faaliyetle karşılaştırılabilirdi. Bu, sadece, hem hipo-frontalizasyon (beynin frontal loblarındaki faaliyetin azalması) ile derin bir nörofizyolojik değişikliği hem de bazal gangliyada (beyin ödül sistemini içeren) ve anterior singulat girusta artan faaliyeti kanıtlamış, bireyin Allah’a teslimiyet ve tevekkül duygularını içselleştirerek, özenli, odaklanmış bir tutum içinde ibadet ettiğinde bulunmaktaydı. İkincisine ilişkin olarak, araştırmacılar, “Anterior singulat,
duygusal düzen, öğrenme ve hafıza ile ilgilenmekte ve kaygı ve asabiyeti azaltmada önemli bir rol oynamakta ve duygusal ve sosyal farkındalığı arttırmaktadır.” yorumunda bulundular.
Radyonüklit beyin görüntüleme (Technetium-99m exametazime kullanılarak), İslâmi ibadet sırasındaki beş dakikalık bir süre boyunca bölgesel serebral kanın kesin bir görüntüsünü sunar (namaz). Solda, huşû (manevi yoğunlaşma) olmadan, otomatik ezberden kılınmış namaz ile sağda huşû içinde kılınmış namaz sırasındaki beyin faaliyetleri gösterilmektedir. Frontal korteksteki faaliyet azalırken, anterior singulat girus ve bazal gangliyada faaliyet artmaktadır. Resim Newberg et al. 2015.
Zikir ve namaz tarafından üretilen tevekkül hissi, hipofrontalite ile ilişkisi nedeniyle ruhsal sağlık konusundaki tartışmamızda önemlidir. Arne Dietrich tarafından 2006 yılında geliştirilen geçici hipofrontalite varsayımı, frontal bölgedeki azalmış faaliyetin, kaygı, obsesif kompulsif bozukluk (OKB) ve travma sonrası stres
bozukluğu (TSSB) gibi belirli ruhsal hastalıklarda iyileştirici bir etki yaratabildiğini öne sürmektedir.
Prefrontal korteks, ilgisel ve duygusal tepkilerle ilişkilendirilmektedir. Bu nedenle, bu bölgedeki hiperaktivite, kaygı seviyesinin artmasına yol açarak, aşırı farkındalık ve uyanıklık ile ilişkilendirilebilir. Kuram, prefrontal bölgedeki faaliyetin azalması, belirtilerinin giderilmesini sağlayabileceğini öne sürmektedir. Aynı model, depresyon ve OKB’ğu açıklamak için kullanılabilir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) tarafından bildirilen bu duanın, teslimiyetin çok güçlü temalar ile başlaması oldukça etkileyicidir. Bu dua hakkındaki açıklamalarında Bedreddin el-Ayni (855 HT), tevekkül konusundaki eşsiz vurgusuna şöyle yorumunda bulunur,
Ve bu [ifade], tevekkülün, alçakgönüllülüğün ve Allah’a kulluğun [ifadesi] vasıtasıyla ruhani bilginin mükemmelliğidir. Bunun nedeni, “Ben, Sen’in kulunum” diye basit bir şekilde belirtilmedi ancak “Erkek ve kadın kullarının çocuğuyum.”kelamı vasıtasıyla daha fazla vurgulandı. Bu, Allah’a tevekkül ve kulluk konusunda abartılı bir vurguyu gösterir. Bunun nedeni, tek başına kul, babası da bir kul olan bir kulla aynı değildir.
Ruhsal olarak, tevekkül güçlü bir rahatlama hissi ve Allah’a güven duygusu üretmektedir (tevekkül). Biyolojik olarak, bu, çevrelerini kontrol etmek ve yönlendirmek için kişinin iradesini geçici olarak durdurması ile sonuçlanan, frontal bölgedeki azalan kan akışı ile ilişkilendirilmektedir. Namaz üzerine yapılan nörolojik çalışma aynı zamanda kaudat çekirdekteki artmış kan akışı ile olan ilişkiyi gösterdi. Bu bölge, beynin ödül sistemine dâhil edilmiştir. Bu, inançlılar tarafından iradelerini Allah’a teslim ettiklerinde hissedilen sevinç ile ilişkilendirilebilir. Dolayısıyla, namazın kendisi, Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed (S.A.V.) hakkındaki aşağıdaki rivayette belirtildiği üzere, güçlü bir tedavi biçimini temsil edebilir:
Huzeyfe bin Yeman, “Resûlullah (S.A.V.) kahredici bir durumdayken namaz kılardı” diyordu.
Namaz, insanoğlunun ilahi varlığın içine tam bir tevekkülle girmesine ve manevi olarak bu dünyadan ayrılmasına izin veren bir uygulamadır. Namaz usulünün kendisi, Kur’an-ı Kerim’de, “(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” diye nakledildiği gibi, dünyadan bağımsızlık ifadelerini ve Allah’a teslimiyeti içermektedir. Bu, bir kişiyi karanlıktan çıkarmak için gereken rehberlik ışığı için yapılan bir ibadeti içermektedir; “Bizi dosdoğru yola ilet.” İbn Kayyim el-Cevziyye, Asraar as-Şalah (Namazdaki Hikmetler) adlı kitabında, namaz duruşlarının, ruhumuz üzerindeki etkisinin fiziksel belirtilerinin nasıl olduğunu açıklamaktadır. Bu, dil, uzuvlar ve ruhu mükemmel uyum içinde sokan bir sistemdir. Rükû ve secde, Allah’a teslimiyet ve tevekkülümüzün fiziksel belirtileridir. Kıyam, O’na döndüğümüzde, Allah’tan aldığımız gücü temsil etmektedir. Beden ve ruhun tevekkülü vasıtasıyla meydana gelen bu uyum, aklın stresini hafifletmekte ve kişilerin hayattaki amaçlarını ve varoluşla olan tüm bağlantısını içtenlikle tanımasına izin vermektedir. Kişi, Rab’in önünde kıyam ettiğinde, kendini gerçekten yaratılışın geri kalanıyla birbirine bağlı, Yüce Esirgeyen’in kulları olarak görebilir.
Esasen, teslimiyet konusu, İslami maneviyat geleneğinin tüm inanç ve davranış sistemine nüfuz etmektedir. Bu, “İslam”ın dilsel anlamı ve ibadetin temelidir. Bu güçlü kavram, ruh sağlığı bağlamında koruyucu ve şifa verici olabilir.
1– Alnım (kontrolüm) senin elindedir. Benim hakkımda senin hükmün geçerlidir. Senin, benim hakkımdaki takdirin adalettir.
Bir önceki bölümdeki teslimat konusuna devam ederken, duanın bu kısmı, İlahi Alınyazısı (kader) kavramını hatırlatmaktadır. İslam’da Kader, bir kişinin yaptığı hatalardan ve başına gelen felaketlerden uzaklaşıp, hayatına gerçekten devam etmesini sağlayan güçlü bir kavramdır. Duaya ait bu ifade, kişiye, kendi yaşamında meydana gelen her şeyin, Allah’ın takdiri olduğunu hatırlatmaktadır. Allah’ın takdiri ne olursa olsun, muhakkak Bilge, Adil ve Rahmandır. Al-Ayni, “Benim hakkımdaki hükmün, muhakkak ki adildir, çünkü adalet Sen’in vasfındır.” diye açıklamaktadır. Belirli bir Peygamber rivayeti de bu gerçeğe işaret eder,
Şuhayb, Peygamber Efendimizin (S.A.V.),“Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır.” buyurduğunu bildirmektedir.
Acımızın beyhude olmadığını ve tüm bunların, hayatımızdaki Allah’ın planının bir parçası olduğunu bilirsek rahatlarız. İlahi Takdirdeki bu önemli inanç, bilincimizi, hayatımızda sadece daha fazla stres yaratmaya hizmet eden “Neden ben?”, “Bunu hak etmek için ne yaptım?” gibi kışkırtıcı sorulardan uzaklaştırma kabiliyeti sağlamaktadır. Bunun yerine, Bilgelik ve Adaletle hükmeden O’nun karar verdiğini ve bu nedenle vuku bulan ve vuku bulmuş şeyde bir mana ve amaç bulunduğunu kabul etmekteyiz. Bilincimizi, “Bundan ne öğrenebilirim?”, “Bunu, kendimi geliştirmek için nasıl kullanabilirim?” soruların cevaplarını keşfetme yönünde değiştirmekteyiz.
Sıkıntılardaki manayı bulma kabiliyeti, yoğun denemeler sırasında depresif ruh hali ve kaygıya karşı koruma sağlayan temel bir niteliktir. Auschwitz toplama kampında soykırımdan kurtulan Viktor Frankl, Man’s Search for Meaning adlı kitabında
kendisine ve diğerlerine, yaşadıkları dehşetle baş etmelerine yardımcı olan, anlam temelli psikoterapötik yaklaşımı özetlemektedir.
Gerçeği kavrayış ve faziletin gelişimi, bir insanın sıkıntıya sebat etmesi ve onun içinde bir mana bulması için kullanılan yöntemdir. Sıkıntılar karşısındaki sağlamlık üzerine olan İslami rivayetler, bu gerçeği yakalamaktadır. Yunus Peygamber (a.s.), gecenin karanlığında engin okyanusun ortasına atıldığında, “Senden başka İlah yoktur. Seni bütün varlıklardan tenzih ederim. Sana karşı gelmekle zalimlerden oldum” diye haykırdı. İbrahim Peygamber (a.s.), ateşe atıldığında, “Bana Allah’ım yetişir. O ne iyi vekildir” diye haykırdı. Âdem Aleyhisselâm, cennetten kovulduğunda, “Ey rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” diye haykırdı.
Bu tür korkunç koşullarda, bu duaların herhangi birinde bir şey dilenmemesi ilgi çekicidir. Bütün bu olağanüstü durumlarda peygamberler, musibet karşısında gerçeği fark edebilmektedirler. Bu, Yunus Peygamber’in (a.s.) hikâyesinde görüldüğü gibi, Allah’a tevekkül etmedikçe, bu hayatın kaotik ve manasız olduğunun tasavvurudur. Allah’ın Mükemmelliğinin tasavvuru, İbrahim Peygamber’in (a.s.) muazzam cesaretinde tanık olduğumuz gibi, zafiyetin en şiddetli halindeyken canlanmaktadır. Ve Allah’ın huzurundaki yoksulluğumuz ve mahrumiyetimiz, Âdem Aleyhisselâm’ın (a.s.) düşüşü ve yükselişi hikâyesinde olduğu gibi, en kötü başarısızlıklarımızda tasavvur etmektedir. Gerçeğin bu tasavvurları ve ifadeleri vasıtasıyla karanlıktan ışığa doğru kurtuluşa gidiyoruz.
-
– Kendini isimlendirdiğin, Kitabında indirdiğin, kullarından birisine öğrettiğin veya katındaki gayb ilminde kendine has kıldığın sana âit her bir isim adına, senden dilerim
Pozitif psikolojini önde gelen isimlerinden olan Charles Snyder, umut üzerine yaptığı çalışmada, umudunu, “Amaca güdülenme ve amaca ulaşma yolları arasındaki etkileşimden kaynaklanan bir başarı duygusu” olarak tanımlamaktadır. Bu tanım esasen, umudun eyleyici düşünce ve amaca ulaşma yollarına haiz olmayı içerdiğini belirtmektedir. Amaca güdülenme, bir kişinin geleceği etkileyebileceği inancını ve amaca ulaşma yolları, kişinin amaçlarını elde etmek için kaynaklara sahip olduğu inancını ifade etmektedir. Duanın önceki bölümlerinde, Allah’ın Kudreti vasıtasıyla eyleyici düşünce gücünü aradık. İrademizi ve kavrama yeteneğimizi, Allah’ın Takdirine teslim ettik. Bu bölümde, durumumuzu değiştirmemize olanak tanıyan amaca ulaşma yollarını fark etmekteyiz. Allah’ın İsimleri ve Vasıfları, tüm sorunlarımızın çözümünü temsil etmektedir. Geçmişte yaptıklarımız için yaşadığımız keder ve vicdan azabının üstesinden ne zaman gelirsek, Allah’ın El-Gaffar (Sonsuz Bağışlayan) olduğunun farkına varırız. Ailemiz için bir barınak sağlayamama, evimizi kaybetme eşiğine geldiğimizde, Er-Rezzak’a (Rızık Veren) haykırıyoruz. Felakette uğradıktan sonra hayatımızı düzene koyamadığımız zaman, El-Kadir’in (Her şeye Kadir olan) ardındaki dayanma gücümüzü fark ediyoruz. Bir çıkmazın en dibinde olduğumuzu hissettiğimizde, Er-Rahman’ın (Yüce Bağışlayan) merhametinden asla umudumuzu kaybetmiyoruz.
İyimser düşünme tarzı, akademik başarının, fiziksel ve psikolojik sağlığın daha yüksek seviyeleri ile ilişkilendirilmiştir. Bu, insanların sıkıntı anlarında hayata güçlü bir araçla devam etmelerini sağlamaktadır. İslam ilahiyatındaki en güçlü manevi hallerden biri, Allah’ın Merhameti’ndeki raja’dır (umut). Bu, iman eden tarafın inananlarından biri olan, İbn Kayyim el-Cevziyye tarafından, “Allah’taki korku ve umut, uçmaya alışık bir kuşun iki kanadı gibidir” diye tanımlanmaktadır.
Umut, bir kişinin mevcut durumunun ötesine geçmesine ve daha iyi bir gelecek için yaşamasına imkânı tanımaktadır. Böylece, çok zor bir durumda kaldığımızda ve hayatla olan kavgamızda kendimizi yalnız hissettiğimizde, Allah’tan başka hiç kimsemizin olmadığını anlarız.
Duanın bu kısmı, güçlü huşu duygularını uyandıran Allah’ın İsimleri ve Vasıflarını vurgulamaktadır. İsimlerin, çeşitli bilgisel ve varoluşsal sınıfları anlatıldığında, bu bir kişiyi, Allah’ın azameti üzerine düşünmeye yönlendirmektedir. Bu güçlü huşu duygusu aynı zamanda ruh sağlığında olumlu bir rol oynamaktadır. Dr. Jonathan Haidt, huşunun önemini ve gerçekliğini araştırdı ve onu, iki adımlı bir kavramsal süreç içeren bir durum olarak tanımladı. İlk adım, sonsuzluğu yaşamaktır. Sonsuzluk, benliğimizden veya kişinin normal deneyim düzeyinden daha büyük olan yaşanmış ve akla gelmiş herhangi bir şeydir. İkinci adım, uyum sağlamadır. Eğer bir kişi, mevcut zihinsel yapılarının işleyebildiklerinin ötesinde sonsuzluğu deneyimlerse, akıl uyum sağlamaktadır. Kişinin daha önce hiç bilinmeyen veya yaşanmamış gerçekleri barındırmasına olanak tanıyan zihinsel yapıları üzerinde düzenlemeler yapılmaktadır. Sıkıntılı zamanlarda, mevcut bilgi yapıları yeterli olmamaktadır. Huşu halini yaşamak, kişiye, yakındaki krizi çözmek için kullanılabilecek yeni bilgiler öğreterek, yeniden doğuşu ve aydınlanmayı deneyimlemesine olanak sağlamaktadır.
Bu, sıkıntılar esnasında fark edilen gerçekler üzerine yaptığımız önceki tartışmamızla ilgilidir. İnsanlar, hayatlarındaki tezahürleri üzerine düşünerek Allah’ın İsimleri ve Vasıflarına niyaz ettikçe, kalpleri, deneyimledikleri huşu haline doğru genişler. Bu genişleme, mücadeleden mutluluğa doğru olan yolculuklarında onlara yardım eden irfan ve hikmetler kazandırmaktadır.
-
– Senden Kur’an-ı Kerim’i kalbimin baharı, sıkıntı ve gamlarımın atılma vesilesi kılmanı dilerim
Kalplerimiz bir zamanlar, hüzün ve sıkıntı ile dolduğundan, bu duyguları Kur’an-ı Kerim’in aydınlatmasıyla ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın
insanoğluna rehberlik etmesi için gönderdiği kutsal bir kitaptır. Bu rehberin ışığı ile hayatımızdaki şeylerin tümü, açıklığa kavuşmaktadır.
Bu kitabı sana her konuda açıklama getiren bir rehber, bir hidayet ve rahmet kaynağı, Allah’a gönülden bağlananlar için bir müjde olarak indirdik.
Bu ışık vasıtasıyla, sıkıntımızın karanlığını yeneriz ve kalan tek şey imanın nurudur.
Elif-lâm-râ. Bu, rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, güçlü ve övgüye lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz kitaptır.
Bu rehber kitapla olan düzenli bir ilişki, uyumsuz düşünce kalıplarımızı, iyimserlik, umut ve anlamın kavramsal bir dünya görüşüne dönüşmesini sağlamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de halk arasında yankı uyandıran, akıl almaz felaketler ve zorluklar içeren rivayetler bulunmaktadır. Dayanma gücü ve umut veren Allah’ın kudreti ve merhametine dair güçlü ifadeler bulunmaktadır. Ve sonraki yaşam ile kıyaslandığında, bu dünyadaki geçici ve önemsiz tabiatın farkına varmamızda bize yardımcı olan bir sonraki hayatın üzerine canlı tanımlamalar bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim, denize düştükten sonra tutunabileceğimiz halattır.
Duanın ilk bölümlerinde üretilen olumlu manevi ve duygusal hallerin, Kur’an-ı Kerim ile olan ilişkisi yoluyla devam ettirilmesi amaçlanmaktadır. Teslimiyet, güven ve umut duyguları, zor zamanlarda Kur’an-ı Kerim’in sözleri vasıtasıyla aklımızda yer edebilmektedir. İnanç yapılarımız da Kur’an-ı Kerim açıklaması tarafından da inşa edilmektedir. Bu, dünyaya nasıl bakacağımız ve yaşarken nasıl davranacağımız hakkında bizi bilgilendirmektedir. Kur’an-ı Kerim, kalplerimizi ihya eder, bilgelikle ilham verir ve üzüntümüzü ortadan kaldırır.